KLASİK BATI MÜZİĞİ ÜZERİNE

KLASİK BATI MÜZİĞİ ÜZERİNE

İLK HIRİSTİYANLARDA MÜZİK ve MÜZİĞİN KİLİSEDE GELİŞMESİ

Müzik tarihinin ilk kanıtlarını izleyen yolumuz, doğal olarak Asya’dan başladı ve bizi Roma ya, Roma İmparatorluğu'nun gerilemesine kadar getirdi. Bundan sonra Roma da çok farklı bir kültürün, felsefenin ve dolayısıyla farklı bir müziğin doğuşunu göreceğiz.
Bugün 2000 yıllık bir geçmişe dayanan batı kültürünün Roma İmparatorluğu'nun gerilediği dönemde uyanmaya başladığı kabul edilir. Bir uygarlığın, yeni bir kültürün doğuşu aynı yerde, hemen hemen aynı tarihlerde yaşanır. Bir zamanlar dünyanın gözbebeği olan bu kentte kuramları, anlaşmaları, inanç ve felsefeleriyle bir uygarlık
kendi kendini tüketmiş; aynı yerde Hıristiyanlığın ilk günlerinde
Katakomp ve mağaraların koruyucu loşluğunda bir devrim felsefesi, bir
yeraltı kenti halinde uyanmıştır. Ancak müziğin gelişmesi ve bugünkü tekniklerle ulaşması oldukça zaman almıştır. Hıristiyanlığı izleyen bir kaç yüzyıl bu bakımdan tarih
öncesi gibi bulanıktır.
Her devrim kendini anlatma yolu aramıştır.
Katakomp ve mağaralarda toplanan ilk Hıristiyanlar günün müziğinden yararlanamadılar. Çünkü ondan nefret ediyorlardı. Puta tapma törenlerinin, Arenalardaki ölümlerin, çılgın eğlence alemlerin deki dansların simgesi durumuna gelen Roma müziğinin, duygularındaki saflığı, inançlarındaki gücü ve beraberliklerindeki aydınlığı anlatma olasılığı yoktu. Yine de, binlerce yıldan sonra insanlığın ilk büyük devrimi sayılan Hıristiyanlık, müzikten vazgeçemedi. İlk gizli
tapınmalarını yapan Hıristiyanlar duygularını tanrıya yönelik şarkılarla koro halinde ifade ettiler.
Bir Gregor Şarkısı;
Pa - nem nos - trum quo- ti- di - a - num da no - bis ho-
di - si et di - mit - te no - bis de - bi - te nos - tra

54 yılında Havari Pierre Roma ya geldi. Oradaki genç Hıristiyan topluluğuna dualar öğretti. Tutku ve alçak gönüllüğün ifadesi olan bu ilahileri St. Pierre, uzun süre kaldığı Antakya’dan (Antioch) getirmişti. Bu nedenle onlar doğu ezgileriydi. Hıristiyanlık devletin resmi dini olarak kabul edildikten sonra müzik de Katakombları ve mağaraları terk ederek kiliseye girdi. Bundan sonra sorunlar da hemen başladı. Rahipler sınıfı arasında bu konudaki
tartışmaların arkası kesilmedi. Her din adamı cemaatte kendi bildiği
gibi şarkıyı söyletmek istiyordu. 650 yılında Chalon Ruhani Meclisi,
kadınların kilisede şarkı söylemelerini yasakladı. Bu sıralarda arabesk
süslü, karmaşık ezgi yanlısı doğu eğilimleriyle süssüz ve yalın
şarkıdan yana olan batı akımlarını çatıştıran bitmez tükenmez
tartışmalar başladı. Katolik kilisesinin başlangıç dönemlerinde müziğin
rolü, günümüzdekinden daha önemliydi. Çalgıların kilisede
kullanılmasından yana olanlarla, buna karşı olanların arasında çıkan
uzun ve şiddetli anlaşmazlıklar sonucunda 7. yüzyılda
kiliseye kabul edildi.
Orta çağda uzun bir süre notalar harflerle adlandırıldı. Batıda
notaların harflerle adlandırılması Boethius’a atfedilir.

Boethius, filozof ve devlet adamıydı.
Consul oldu. Eserleri arasında De Institutione Musica,
Grek kaynaklarına dayanarak hazırlanmıştır.
10. yüzyıla gelindiğinde, insan gırtlağının çıkarabileceği seslerin
diatonik dizisi düzenlenirken en kalın sese

Dendi. Sonra dizinin öteki harfleri yazıldı: A B C D E F G, daha sonra bir
derece kalına inildi; bu da ile gösterildi. G A B C D E
F G dizisinde baştaki G yi sondakinden ayırabilmek için ona
Gama dendi ve Gama işaretiyle gösterildi.
Gam sözcüğü buradan gelmektedir. Bu sekizliyi izleyen
oktav, küçük harflerle gösterildi: G a b c d e f g. Üçüncü oktav, g aa
bb cc dd ee ff gg oldu. Bu yazıya Gregor Müzik Yazısı dendi.
Bu çağın belki de en önemli adı Guido Arezzo dur.
Çok sayıda müzik buluşu vardır. Nota sisteminin hassaslaştırılması ile
ilgili çalışmaları, dikkate değer bir entonasyon sistemi olan
Guido eli ve solimazisyon gibi. Bugün
dünyanın büyük kesiminin kullandığı bu müzik alfabesi türü için Arezzo,
St. Baptisite yöneltilen bir ilahinin sözlerinden yararlandı.

Ut que-ant lax - is Re- so- na- re fi - bris
Mi - ra ges-to- rum Fa-mu- li tu- o – rum

Sol - ve pol- lu - ti La- bi - i re- a - tum
Sanc- te Io- nan-nes

Hecesi şarkı söylemeye elverişli olmadığı için Dominus
sözcüğünün ilk hecesi olan Do ile yer değiştirdi. Bu
değişiklik 16.yy’ da gerçekleşti. Guido Arezzo nun
bir buluşu da portenin başına konan anahtarlardır. Günümüzde kullanılan
ve notaların yerlerini kesinlikle belirlemeye yarayan sol, do ve fa
anahtarları gerçekte G, C ve F harflerinden doğmuştur.
örnek:
Barok Dönem

Müzikte Barok Çağ, 17. yüzyılla 18. yüzyılın ikinci yarısını içine alan
dönemin müziğini karakterize eden estetik eğilimi belirler. Barok
sözcüğü Portekizce Barocco sözcüğü ile akrabadır. Barocco, alışılmadık,
garip biçimli inci ya da asimetrik, kıvrımlı, tuhaf anlamlarını taşır.
Başlangıçta Baroque deyimi Rönesans sanatına tepki olarak
doğan yeni ve hareketli bir mimari üslûp için kullanılmaktaydı. Bu yeni
dönem, müzikte 1600-1750 yıllarını kapsar. Anlatımda ayrıntılara
dek inen ağırbaşlı ve görkemli bir üslûbu biçimlendirir.
Uzun cümleli, süslü, zaman zaman karmaşık ve gösterişli bir anlatım
sergileyen bu dönem eserlerinde kontrpuanla homophone yazının birlikte
kullanılması, dolgun ve ihtişamlı bir üslûbun biçimlenmesini
kolaylaştırmıştır. Burada kullanılan homophonie sözcüğünün anlamı,
eşlikli tek sestir. Ezgiyi yorumlayan parti ön plana çıkar, öteki
sesler eşlikçi durumunda kalır. Bu yazı tekniğine denir. Majör ve minör tonaliteler kullanıldı. Çok ses hesapları dikey olarak yapıldı. Dönemin sonuna gelindiğinde Armoni sistemi aydınlığa
kavuştu. Gamın ve Akkorun analizi yapıldı, tanımlandı. Akkorların
kurallara uygun olarak sınıflandırılması ve kullanılmasıyla her türlü
etkinin elde edilebileceği savunuldu. Şifreli bas, insan sesini desteklemek amacıyla yaygın biçimde
kullanıldı. Müzik biçimlerinde kesinlik eğilimi, belli formların ortaya çıkmasını
hazırladı: Süit, sonat, konçerto, konçerto grosso, füg, aria,
recitatifBarok Çağ, genelde erken ve geç barok olarak ikiye ayrılır. Gabrielli,
Monteverdi, Frescobaldi, Carissimi gibi bestecileri Erken Barok
da Scarlatti, Bach ve Haendel ile çağdaşlarını a Geç Barok
sınıflandırma eğilimi vardır.
17. yüzyıla kadar kullanılan çalgılar, lavta, lyr, viol, clavecin,
clavicord, org, davullar ve nefesli çalgılardı. Eski enstrümanlarda
şöyle bir kayda rastlanıyor çalmak veya söylemek için Demek ki besteci bu döneme kadar ses ve çalgı müziği diye bir ayrım
yapmıyordu. Avrupa, bağımsız bir çalgı müziğinden söz etmek
için 17. yüzyılı beklemek gerekti.

Johann Sebastian BACH
Kendisinden önce gelen bestecilerin dili ve geçerlikte olan müzik
biçimleriyle etkili bir felsefeyi birleştiren J. S. Bach hiçbir zaman orijinal olma kaygısına kapılmadan böylesine büyük bir kişilik göstermesi ve Alman müziğinin en büyük temsilcisi olması olağan
dışı sayılır. Armoni ile orta çağın yarattığı kontrpuanı aynı kesinlik ve ustalıkla
kullanan Bach dini polifoni esprisi,
Palestrina sonra son kez canlandı. Bir bestecinin,
birbirinden tamamen ayrı iki çok ses tekniğini, yatay bir yazı sistemi
olan kontrpuanla, dikey bir yazı tekniği olan armoniyi aynı kolaylıkla
ve kendisine mal ederek kullanması hayranlık vericidir. Bunun için
Bach, hem geçmişin sentezi, hem de geleceğin habercisidir.
Bach in ölümünden sonra müzik estetiği ve tekniği alanında her
şey değişti. Bach bütün dönemler için örnek sayılan bir besteci olarak
kaldı.

Georg Friedrich Haendel

Bach ve Haendel, 17. yüzyılın son çeyreğinde birbirinden bir kaç hafta
arayla Saksonya’da doğan bu iki dev besteci, birbirine pek yakın
kentlerde yaşadıkları halde birbirleriyle hiç karşılaşmadılar.
Ataları arasında Krieger ve Scheidt gibi bestecilerin adı geçen Haendel
Bir cerrahın oğluydu. İngiltere’de eser versen bu Alman, İtalyan
teganni tarzı ile Fransız ifade kudretini birleştirerek operalarında
kendine has bir ifade, dil meydana getirdi. Haendel’ in bu dili
her ne kadar unsurları devrin stiline bağlı ise de, başkalarının
ulaşamadığı bir seviyededir. Barok çağın zenginliği içinde yükselişini
sürdüren Haendel’in hayatını eserlerindeki zenginlik
aksettirmektedir. Geniş saha tesirini uyandırmayı seven Barok
mimarisinin azameti Haendel’in eserlerinde kendi
hissettirmektedir.


Antonio Vivaldi

Venedik te ünlü bir kemancının oğlu olarak dünyaya
gelen besteci ve kemancı Vivaldi, müzik çalışmalarına babasıyla başladı
ve daha sonra Legrenzi ile devam etti.
Çalgı müziği biçimlerinin geliştirmesindeki büyük önemi, solist
çalgıcıyı orkestra ile karşılaştırma tekniğini geliştiren ilk besteci
olması, senfonin Haydn ve Stamitz için örnek olacak prototipini
hazırlaması Vivaldi 8217;yi 18. yüzyılın en önemli bestecilerinden
biri yapmıştır.

Klasik Dönem

Müzikte Klasizm, 18. yüzyılın ikinci yarısı ile 19. yüzyılın başlarını
kapsayan dönemdir. Sanatta klasizm, dengeli ve tarafsız anlatımla
birleşmiş yapı netliği demektir. Klasizmin bir anlamı da kuramcılıktır.
Klasik sözcüğü ayrıca, tartışılmaz örnek nitelikleri ile kavranan
eserler ve onların yaratıcıları için kullanılır.
Klasik dönemde, uzun cümleli, süslü ve çokça kontrpuantal yazıya Barok
Çağ üslûbu, yerini daha parlak, sade ve net bir sanata bırakmıştır. Bu
üslûp daha az dolgun fakat daha akıcıdır. Kontrpuantal yazının yerini
alan homophone yazı (armoniye dayalı yazı tekniği), partilerden birinin
daha belirgin olmasını gerektirmekteydi. Yedili akkorlara bile az
rastlanan bu dönem armonisi oldukça sadeydi. Fakat kontrpuantal yazı
tekniği tamamen terk edilmedi.
Klasik dönemde netlik endişesi her şeyin üstündedir. Müzik cümleleri
yalın ve nettir. Temaların Barok Çağ’a göre kısa ve net olması,
biçimsel uygulamaları da etkilemiştir. Preklasik dönemde, orkestraların
tını, nüans, volüm, ritm kontrastları ve anlatım özellikleriyle ilgili
bütün sorunları, deneysel çalışmalarla gelecek yüzyılın da yaralanacağı
şekilde çözümlenmiştir. Yalın ve kesin kuramlarla sonuçlanan bu
çalışmalar, Klasik dönemde orkestranın tek bir çalgı gibi
kullanılabilmesine ve algılanabilmesine olanak verdi. Ayrıca,
çalgıların ses ve ritm özelliklerine göre kullanılışı ve topluluklarda
taşıdıkları sorumlulukların bilinçli ve yararlı bir tarzda belli
ölçülere bağlanmış olması, Klasik dönemde virtüözitenin olağanüstü
gelişmesine yol açmıştır.
Klasik dönemin en önemli biçimi senfonidir. Senfoni, klasik dönemin en
önemli biçimi olduğu, Alman bestecileri de senfoniye mükemmel ve kesin
biçimini kazandırdığı için Klasizmin beşiği Almanya sayılır.

Franz Joseph Haydn

Tarihte Viyana Klasikleri olarak bilinen üç büyük bestecinin ilki,
Avusturya 'ın Rohreau kasabasında doğan F. Joseph
6 yaşındayken babasının kuzenlerinden biriyle
müzik eğitimine başladı.
Keman ve trompet çalmayı öğrendi. Viyana St. Etienne
Katedrali Chapelle ustası Georg Reutter'ın sesini
dinledikten sonra onu Viyana ya götürmeye karar verdi. 17 yaşında
ses değişiminde korodan çıkarılan Haydn, besteci olma yolundaki
savaşına başlamış oldu. Balolarda keman çalarak, nota kopya ederek,
sayısız gecesini açık havada geçirerek kendisini yetiştirdi.
in gençlik eserleri hem pratik, hem de teorik açıdan
yetersizdir. Haydn, kararlılığının, sıkı çalışmasının ve yeteneklerinin
yardımıyla teknik ve estetik kuralları kendi kendine öğrendi.
Mozart la büyük dostlukları başladı. Mozart’ın kendisine adadığı yaylılar dörtlüsünü dinlerken
babasına şunları söyledi. Tanrı önünde yemin ederim ki,
oğlunuzdan daha büyük bir besteci ne tanıdım ne de adını duydum

Genç besteci de; Bu, yerine getirdiğim bir borç, çünkü yazı
sanatının sırlarını bana öğreten aydın dır dır. Diyordu.
Aydın çağının üstünde yaşadı. Sayısız yenilikleri vardır. Ritmik
buluşları ve gelişim bölümlerinde bunları işleyişi ile
Beethoven’ı düşündürür. Ancak, müziği devrimci değildir. Saray
müziğini aşan oratoryoları yeni bir çağın habercisidir.

Wolfgang Amadeus Mozart
Wolfgang Amadeus Mozart 27 Ocak 1756 - 8217;da Salzburg’da doğdu.
Babası değerli bir müzisyendi. Müzikte erken gelişmişlerin belki de en
mükemmeli sayılan Mozart, üç yaşındayken babasının klavseninde
tierslerle ezgiler oluşturarak saatlerini geçiriyordu. 6 yaşındayken 4
menüet ve 1 sonat bölümünü besteledi. Babasından aldığı sağlam eğitimin
yanında gerekli müzik ilişkileri etkilerinden zamanında
yararlandırılması sayesinde dehası onu ölünceye kadar bırakmadı.
Babası işe Orta Avrupa turnesi ile başladı. Viyana’da imparatora
çalarak hayranlığını kazanan 6 yaşındaki müzisyen 1763 Ocağında
Salzburg’a dönünce derslere keman da eklendi. 6 ay sonra yeniden
yola çıktılar. Almanya, Fransa ve Belçika konserler verdiler.
İngiltere de herkes bu iki harika çocuğu dinlemek için
sabırsızlanıyordu.(Mozart’ın kız kardeşi Nannerl de çok yetenekli
bir çocuktu) Bu konserler sırasında da Mozart eserler vermeye devam
etti. Ogünlerde küçük besteci, Johann Christian Bach’ın klavsen
için üç sonatını da konçerto olarak düzenledi.
Üç yıl süren yorucu konserlerden sonra babaları çocuklarının dinlenmesi
gerektiğini anlamış ve Salzburg’a dönmüşlerdi. Bu fırsattan
istifade eden Mozart eğitimine devam etmiş ve Salzburg Arşövek
Prensinde bir Oratoryo siparişi almıştır. Prens Mozart’ın
babasından yardım almadan bir müzik yazıp yazamayacağını sınamak için
onu sarayda tuttu. Birkaç gün sonra eserini tamamlayan Mozart ailesinin
yanına döndü. Bu sırada Mozart 12 yaşındadır.
1782’de evlenen Mozart, kısa ayrılıklarda bile eşine yazdığı
mektuplardan sevgi, şefkat ve romantizmle yüklü bir felsefe yansır.
Belki de bu duygular, Saraydan Kız Kaçırma operasında açığa çıkan
romantik esintinin kaynağı olmuştur. Bu opera ilk seslendirildiğinde
siparişi veren İmparator II. Joseph, Kulaklarımız için fazla
güzel. Gereğinden çok nota var diyerek besteciyi fazla bilgiç
bulmuştu.
Besteci, olağanüstü başarılarla geçen yıllardan sonra 5 Aralık
1791’de öldü. Cesedi fakirlere mahsus müşterek bir çukura kondu.


Ludwig Van Beethoven (1770 - 1827)

Adı, bütün 19. Yüzyıla’ a egemen olan Beethoven’'ın müzik
tarihindeki ayrıcalığı, iki çağ arasında yer alan değişim, ikinci bir
örneği olmayacak biçimde, eserlerinde gerçekleştirerek önemi
tartışılmaz bir köprü ve kendisinden sonrakilere kapıları sonuna kadar
açık tutan zengin bir model olmasındandır.
Beethoven, bütün insanların etrafında birleştirmiş tek müzisyendir. O,
eserleri ve düşünceleriyle bir sembol ve otorite olarak kabul edilir.
Eserleri, soluk aldığı havaya giderek egemen olan romantizm öğeleriyle
karışmış koyu bir klasik mizacı ortaya koyar.
Küçük Ludwig’ in müzik yetenekleri oldukça erken belirince babası
Mozart örneğinin çekiciliğine kapılarak 1778’de onu
Altı yaşındaki piyano virtüözü' olarak sahneye çıkardı.
Oysa Beethoven sekiz yaşındaydı. 13 yaşında ilk eseri yayınlandı. Ama
bunlar iyi bir öğretmenin nezaretinde yapılmış çalışmalardan öteye
geçmez.
Viyana’daki ilk konserini 1795’ de verdi. Ertesi yıl,
Beethoven’ ın varlığını tamamen değiştirecek olan sağırlık
başladı. Başlarda buna katlanamayıp intihar girişiminde bulunan
Beethoven, sağırlığa direnerek hayata sarıldı. Bazı biyograflar
Beethoven’ in eserleri ile yaşamını birleştirirler. Onlara göre
iyimser eserleri başarılı ve sağlığının yerinde olduğu döneme, trajik
eserlerinin de sağlığının bozulduğu döneme rastlar. Oysa bu tür
ilişkiler yaratma işini her zaman açıklayamaz. Örnek olarak 9.
Senfoninin Final bölümünü ele aldığımızda, böylesine sevgi ve neşe dolu
sayfalar Beethoven’ in en trajik dönemlerinde yazıldığını
görürüz.
Beethoven eserleri Haydn ve Mozart’ta olduğu gibi ölçülü
biçimlerde hapsolmazlar. Her ölçü henüz bulunmamış bir yol arar.
Beethoven, ilk eserlerinde henüz varlığı hissedilen Barok’la,
yakın geleceğin romantizmi arasında hayret verici bir köprü
oluşturmuştur. O zamana dek katışıksız çalgı müziği olan
Senfoni’ye insan sesini eklemesi, piyano sonatlarının bölümlerini
gerekli gördüğü şekilde daraltması veya genişletmesi ve sonat formuyla
yazılan eserlerde Menüet yerine Scherzo kullanması, getirdiği
yenilikler arasındadır. Schumann’ a göre Beethoven’ ın oda
müziği eserleri aklın ve ruhun ulaşabileceği son noktadır.
1815’ ten başlayarak Beethoven, Haydn ve Mozart’tan
olabildiğince uzaklaşmıştır. Bu nedenle Beethoven, müzikte romantizmi
hazırlayan geleceğin büyük bestecileri arasındadır.

Romantik Dönem

19. yüzyıla egemen olan dünya görüşü, çağın geleneksel düzenlerini
değiştirdi. Yeni bir sosyal sınıf, burjuva sınıfı, aristokrasiyi yıktı.
Sosyal alanda engeller, eski anlaşmalar, gelenekler ortadan kalktı.
Sanat alanında da etkisini şiddetle duyuran bu yeni akımın
adı Romantizm oldu.
Romantizm, her şeyden önce. Ben’in açılışıdır. Gerçek
olmayanın araştırılışı, düş gücü ve fanteziyle hissedilen şeylerin,
içten ve gizemli bir şekilde gerçeğe bağlanmasıdır. Müzikte romantik
eğilim az bulunan renklere ve armonilere duyulan özlem, doğa ile haşir
neşir olma, günlük olaylardan uzaklaşma ve çoğu zaman bir ülküye adanma
anlamına gelir. Aslında her sanat eserinde bir romantizm gizlidir ve
her sanat eseri içerisinde hem klasik hem de romantik öğeler vardır.
19. yüzyıldan başlayarak eserlerdeki romantik öğeler arttı, klasik
biçim azaldı. 20. yüzyıl başlarında Romantik çağ vaktini doldurdu.
Klasizm, kurallarının katılığı içinde boğulmuştu. Romantizm ise, aşırı
duysallığa ve öznelliğe fazlaca yönelerek kendini tüketmeye
başlamıştır.
Müzikte Romantizm saf müziğin yerine, konulu ve programlı müziği
getirdi. Romantiklerde ezgisel yapı giderek daha yoğun ve karmaşık bir
hal aldı. 7’li ve 9’lu akkorlara bolca yer verildi,
kromatizm ve modülasyonlara bolca yer verildi. Ayrıca, müzikte
virtüozitenin zirveye tırmandığı söylenebilir.

Frederic Chopin (1810 - 1849)

Chopin’in ses dünyası tam olarak piyanonun olanaklarına bağlı
kalmıştır. Chopin, ne orkestraya ne insan sesine ne de diğer enstrüman
bileşimlerine ilgi duymadı o sadece piyano eserlerine ağırlık verdi.
Hiçbir besteci piyano’nun olanaklarını onun kadar ustaca ve
incelikle geliştirmeyi başarabilmiş değildir. Chopin, kendinden önce
gelen bir besteciye bağlı değildi ve kendinden sonra da bir öğrenci
bırakmış değildir. Buna karşın piyanoda kullandığı pek taze tını
kaynaklarıyla gelecekte bir Debussy, bir Ravel ya da bir Fauré ve bir
Rachmaninov’un doğmasına neden olmuştur ve bu nedenle usta bir
öğretici sayılır. Chopin’in istediği yumuşak dokunuşla çalma
tekniği, yeni bir pedal tekniğinin doğmasına sebep olmuştur.
Eserlerinde Rus baskısına maruz kalan vatanı Polonya’nın
melodileri vardır. Piyano üslûbunun yaratıcılarından olan
Chopin’in bu konuda Liszt ve Schumann’dan daha önemli bir
rol oynadığı kabul edilir. Beethoven eserlerinin iç dokusunu, orkestral
yazıyı düşünerek inşa ederdi. Schumann’ın bazı Piyano eserleri ise
yaylılar dörtlüsü esprisi içinde ele alınmıştı. Oysa Chopin eserleri
(bir kaçı dışında) yalnızca bu enstrümanı düşünerek yazmıştır.

Piotr İlyich Tchaikovsky (1840 - 1893)

Rubinstein’in kuralları içinde yetişen çok sayıda Rus bestecisi
ve virtüozu arasında en karakteristiği kuşkusuz Piotr İlyich
Tchaikovsky’dir. Bugün özellikle baleleri ve son üç senfonisi ile
halkın çok iyi tanıdığı Tchaikovsky, uzun süre ülkesi dışında yaşadı ve
Rus müziği ile uluslararası teknik, Slav ruhu ile Batı Uygarlığı
arasında bir bağ oluşturdu.
Tchaikovsky’nin temaları çoğunlukla geniş, süslü ve çarpıcıdır.
Bunlar Beethoven’e çok şey borçlu olduğu hissedilen bir kurala
bağlı olarak arka arkaya gelen dalgalar halinde uzun kreşendolar içinde
görünürler. Bu ilk kez Beethoven’de ortaya çıkan gelen ve daha
sonra giderek daha ustaca kullanılmaya başlayan.Sonsuz
Ezgi anlayışıdır. Müzik cümlesi bir kararla sona ermez. Cümle
sonu askıda kalır ve cümleler, biri ötekinden doğuyormuşçasına
birbirini izler.
Shostacovitch’e göre Tchaikovsky’nin bir eserini dinlemek
bir orkestrasyon dersi ile eşdeğerdedir. Nefis bir orkestralama ürünü
olan baleleri ( Fındık Kıran, Kuğu Gölü vs.) türlerinin en seçkin
örnekleri olmaya hak kazanmışlardır.

Edvard Grieg (1843 - 1907)

İskandinav halk müziği, dünyanın en eski müziklerinden biridir. Öbür
uluslarca varlığının fark edilmesi, denizlere açılmak için kuzeyi terk
etmeleriyle başlar. Bugün ise 19. yüzyıl İskandinavyacının müzik ünü
Özellikle tek bestecide yoğunlaşır: Edvard Grieg.
Grieg’ in müziği, ülkesinin (Norveç) romantizmini, melankolik
havasını, karla örtülü tepelerini yansıtır. Grieg’ in lirizmi
Chopin’le hatta Schumann’la benzerlik gösterir. Öte yandan,
Debussy ve Ravel, Grieg’ in diline çok şey borçludur.
Slaater’lerin modal yapısından esinli armonileri, genç Debussy
üzerinde derin izler bırakmıştır.





Çağdaş Dönem

Debussy ve Empresyonizm


20.yüzyıl Avrupa’sında Wagner’in ölümünden sonra,
Anti-Wagnerizm, 20.yüzyılda Neo-Klasizm, Empresyonizm(İzlenimcilik) ve
Ekspresyonizm(Anlatımcılık) adı verilen ve gerçekçi olma endişesiyle
davranan yeni akımlar ortaya çıktı. Sert Anti-Wagner’cilerin
yanında, aşırı gerçekçilikten sakınarak romantizmin kaynaklarına çıkmak
isteyen Empresyonistlerde oldular.
Empresyonizm’in en saf ve en kusursuz örneklerini veren Claude
Debussy(1862 - 1918), bütün öteki yenilikçiler arasında
Wagner’den tamamen sıyrılabilmiş tek bestecidir. Çünkü o,
tonalciliğe sırtını sakin ve doğal bir tarzda dönmüştür. Oysa
Atonalcilerin davranışlarında her şey, Wagner’e benzememek ve
ondan farklı biçimde davranmak içindir. Wagner’i izlemedikleri
için bağımsız olduklarını düşünen Atonalciler, aslında onun zıt tına
bağımlı kalmışlardır. Debussy Modern Fransız ekolünün yolunu açarken,
tonalciliğe ve Atonalci kuramlara sırt çevirir ama tonaliteden
yararlanmayı da sürdürür. 1918’den sonraki bütün akımların
kaynağı Debussy’ dır.
Debussy, Anton Webern’ den çok önce müziği bir tını olayı olarak
ele almış, sesleri birbirinden bağımsız olarak sunmuş ve ses-renk
kavramını müziğe getirmiştir.
Debussy, 10 yaşında girdiği konservatuardaki öğrenimi sırasında solfej
öğretmeni Albert Lavignac’la çok iyi anlaşıyordu. Ancak, Armoni
öğretmeni olan Emile Durand’la arası pekiyi değildi. Geleneksel
Armoni ödevleri söz konusu olduğunda ideal kurallar ikili arasında
tartışmalara neden oluyordu. Bir keresinde Durand’ın ideal
kurallarla ortaya çıkan etkiyi duyuyor musun? Sorusuna Debussy Hayır, kendi armonimi çok iyi duyuyorum ama sizinkini
değil diye karşılık vermişti.
Romantiklerin büyük tema anlayışının dışında kalan
Debussy, kısa ve kaçıcı izlenimleri yakalayıp göstermeye çalışır.
Böylece doğrudan duygulara yönelir, düşünce aracılığı ile değil.
Romantiklerin çok gelişmiş developman kuramına da karşıdır. Zevkin tam
olması için dinleyicinin sabrını yormadan, söyleyeceğini kısaca söyler
ve çekilir. Eserlerinde armoniye ezgiden daha çok önem verdiği için
eserleri, yan yana dizilmiş ses lekeleri gibi etki bırakır.
Debussy’ den önce melodik hareket önemliydi. Oysa Debussy’
de armoni daha önemlidir. Yaşadığı dönemin yasak aralıklarından
yapılmış akkorlara sıkça yer vermesi, akarlarının Klasik Armoninin
tersine paralel hareket etmesi, paralel 4’lü ve 5’li
kullanması, akkorlar arasında uyumlu-uyumsuz ayrımı yapmaması ve
armonide çözüm zorunluluğuna uymaması gibi davranışları müziğe
getirdiği yeniliklerdendir.

Bela Bartok (1881 - 1945)

Bartok, dostu ve okul arkadaşı Kodally ile birlikte Macar halk
ezgilerin araştırmak için köy köy dolaşmıştır. Bu araştırmadan 16.000
fazla kayıtla dönmüş ve kompozisyonlarında bu ezgilerden
faydalanmışlardır.
Bartok’ un başlangıç yılları, romantizmi yansıtır. Bartok’
un tüm geleneksel bağlardan kurtulmasını 1907’de Debussy ile
tanışmasına borçludur. Bundan sonra Bartok, onu diğer tüm bestecilerden
ayıran kendi müzik dilini yaratır. Bu dili inşa ederken Bartok’
un önce yalın halk müziğine yabancı olan majör ve minör tonal
sistemlerinden uzaklaşması gerekti. Bundan sonra modal dizilere
yöneldi. Bunlardan ilki. Pentatonik dizidir. Böylece
klasik armonide yüzyıllarca kaçınılan dörtlü ve beşli bileşimlerine yol
açıldı.
Bartok’ un müziği yapay bir sisteme dayanmaz. Çok ses tekniği
olarak kontrapuntal yazıyı kullanır ama kuralların dışına çıkar. Ezgi
hattı bilinen biçimlere uymaz, yeni bir tarzda gelişir. Bartok’
un çalışmaları 20. yüzyıl müziğine katkıları bakımından çok değerlidir.

Igor Stravinsky (1882 - 1971)

Igor Stravinsky, yeni müziğin ilk önemli isimlerindendir.
Stravinsky’e göre bestelemek, belli sayıda sesleri, belli aralık
ilkelerine göre düzene koymak demektir.
Eserlerinde bu büyük müzisyenin iki ustalığı fark edilir: Ritm
zenginliği ve korkusuz olduğu kadar da bilgili bir orkestrasyon.
Stravinsky’ de her duygu bir ritme ya da ritm grubuna dönüşür.
Sevinç, acı, heyecan, huzur, ritm aracılığı ile ifade edilir.


Türkiye’nin Klasik Batı Müziği’yle Tanışması

Türkiye' yi 19. yüzyılda batı müziği ile tanıştıran ve ilk Türk
bandosunu kuran İtalyan müzisyen Giuseppe Donizetti (Donizetti Paşa,
1788-1856)’dır.
II. Mahmut, eski orduyu dağıtmış ve kurduğu yeni ordu ile birlikte,
önceki ordu bandosu olan geleneksel Mehter bandosunu da kaldırmıştır.
Yerine batı standartlarında yeni bir bando kurmaya karar vermiş ve
Giuseppe Donizetti'yi de bu amaçla ülkemize davet etmiştir. Donizetti
İstanbul' a varınca ilk iş olarak askeri bando’yu kurmuş ve bir
ay içerisinde padişaha ilk konserini verecek hale getirmiştir
Cumhuriyetinin ilanından sonra çok sesliliğin gelişmesi için akademik
olarak çalışmalar başlamıştır. Ankara Devlet konservatuarı ve daha
sonra Gazi Eğitim Enstitüsü kurulmuştur. Yetenekli öğrenciler yurt
dışındaki konservatuarlara gönderilerek, çok sesli Batı Müziği’ni
öğrenmelerine ve ülkemizdeki yeni kuşaklara aktarmalarına olanak
sağlanmıştır.
Yurt dışına gönderilen öğrenciler arasından beş tanesi yüksek başarı
sağladılar. Bunlar ilerde öğrenimlerini tamamlayıp yurda döndüklerinde,
o zamanlar moda olan ulusalcılık akımının da etkisiyle Türk Beşleri
olarak adlandırıldılar. Bunlar A. Adnan Saygun, H. Ferit Alnar, C.
Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin ve Necil Kazım Ases’tir.
Bu bestecilerimiz, ülkemize hem sanatçı hem de eğitimci olarak hizmet
etmişlerdir. Onların yetiştirdiği kuşaklar, ülkemizdeki çok sesli müzik
kültürünü geliştirerek, günümüze kadar taşımışlardır.

İsmail Sınır


İsmail Sınır kimdir?


1979 yılında Diyarbakır'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini bitirdikten
sonra 1993 yılında Diyarbakır Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi, Müzik
Bölümü’ne girdi. Lise öğrenimi sırasında piyano çalmayı öğrendi.
Liseyi bitirdikten sonra 1997 yılında Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Müzik Öğretmenliği Bölümü’nü kazandı. Burada bir yıl
okuduktan sonra ayrıldı ve 1998 yılında İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet
Konservatuarı Kompozisyon Bölümü’ne girdi. Burada başta Nail
Yavuzoğlu olmak üzere Mutlu Torun, Faris Akarsu, Selahattin İçli, Emin
Sabitoğlu ve Ali Eral gibi hocalarla çalışarak 2004 yılında bu okuldan
mezun oldu. Üniversite öğrenimi sırasında çeşitli müzik gruplarıyla
sahne çalışmaları oldu. Çeşitli albümlerde aranjör, besteci ve yönetmen
olarak çalıştı.
2004 yılında Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Müziği
Konservatuarı’nda yüksek lisans yapmaya başladı. 2006 yılında "H.
Ferit Alnar'ın Kanun Konçertosu ve 10 Yunus Emre İlahisinde Kullandığı
Armoninin Araştırılması" başlıklı yüksek lisans tezini tamamlayarak bu
üniversiteden mezun oldu. Aynı yıl Dicle Üniversitesi Devlet
Konservatuarı' nın açmış olduğu Öğr. Gör. sınavını kazanarak göreve
başladı. Halen burada görev yapmaktadır.



|

0 yorum:

Yorum Gönder

Telif Hakkı

Creative Commons License
Elektronik Musiki by is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 3.0 Unported License.
Based on a work at elektronikmusiki.blogspot.com.
Permissions beyond the scope of this license may be available at http://elektronikmusiki.blogspot.com/.