Modern sanatın altın çağı

Modern sanatın altın çaGI

İnsanın bakış açısını genişletme, değiştirme, yönlendirme işlevini taşıyan sanat yapıtları, parasal ve kurumsal olumsuzluklara karşı kültürel kimlik alanını dolduruyor

BERAL MADRA

İSTANBUL - Londra Kraliyet Akademisi'nde açılan '20. Yüzyılda Monet' etrafında kopan gürültü düşündürücü! Bu örnek, Batı merkezlerinde modern sanatın altın çağının sürdüğünü, 'yüksek sanat'ın kitle kültürü sanayii içinde büyükçe bir pay kaptığını, bizde olduğu gibi, 'alçak sanat' tarafından sollanıp gölgede kalmadığını; müzelerin şirket gibi çalışıp kâr ettiklerini, bizde olduğu gibi siyaset ve bürokrasinin boyunduruğunda olmadıklarını gösteriyor.
Başka bir şey daha gösteriyor: Gelecek yüzyılda ekolojik sorunların boyutu bile tahmin edilemezken, elektronik medyalar sanal doğa üretirken, bilim doğanın yapısını değiştirme gücünü insanın eline verirken, insanların yüzyılın başında yapılmış 'manzara' resimlerini (bunların Monet imzalı ve post-empresyonist olmaları, soyut resmin habercisi olmaları durumu değiştirmez) görmek için kuyruğa girmeleri ya da bunlara müzayedelerde milyon dolarlar ödemelerini anlamak zor! Bu ülküsel, romantik, sevimli manzaracıkların huşuyla kucaklanması, insanın gerçekle olan ilişkisindeki çelişkilere işaret ediyor.
Yüzyılın sonunda, sanatın geçirdiği aşamalara bakıldığında, bu post-empresyonist resimlerin Rönesans resminin bittiğini, ressamın fotoğrafın nesnel gerçekliğiyle başa çıkmaya çalıştığını göstermekten, ekspresyonizm ve kübizmin ortaya çıkmasına, o dönemin izleyicisinin dünyanın değişmekte olduğunu anlamasına yardımcı olmaktan öte, önemi nedir?
Sonuçta bu resimler, sürmekte olan Avrupa-merkezciliğin aracı, uluslararası sanat pazarının, müze ağının ve turizm sanayiinin malı, insana zevk veriyor, ama görüş açısını değiştirecek bir değer taşımıyor. Kurumsallaşmış olmaları, bunların ilgi odağı olmalarına yetiyor. Aynı Batı'da, yüzyıl boyunca bu resimlere
karşı resimler yapıldı ve insan algısını ve estetiğini altüst eden köktenci sanat yapıtlarının üretimi de sürüyor.
Türkiye'de de, minimal resmin öncüsü Malewitch'in sözüyle 'altın çerçeveli küçük cennet köşeleri' olan resimler sanat pazarının baş tacı. İnsanın bakış açısını genişletme, değiştirme, yönlendirme işlevini taşıyan sanat yapıtları da parasal ve kurumsal olumsuzluklara karşın kültürel kimlik alanını dolduruyor. İstanbul sanat ortamı üç olguyu barındırıyor: Birincilden üçüncüle her türlü resim için yerel bir pazar; özel sektöre bağlı hızlı bir çağdaş sanat kurumsallaşması; belirli bir ivme kazanan bağımsız sergiler...
Son iki olgu arasında paslaşmalar var. Alternatif sergilerde parlayanlar, bir süre sonra kurumlara transfer oluyor ya da yurtdışındaki sergilere çağrılıyor. Bu sağlıklı çağdaş sanat ortamının oluşma nedenleri, sanat fakültelerinin, iletişim ve bilgilenme olanaklarının çoğalması, sanatın bir yaşam biçimi ya da yaşamın bir sanat biçimine dönüşmesi, yaratıcılık alanlarının genişlemesi olarak sıralanabilir.
Bu bağlamda yılın ilk ayında Ahmet Elhan'ın Dulcinea'daki sergisi, Murat Morova'nın Urart'taki sergisi, Selim Cebeci'nin Yapı Kredi Galerisi'ndeki sergisi, Vasıf Kortun'un Galatea Sanat Galerisi'nde düzenlediği 'Karma Resim Sergisi' günümüz resminin ne olduğu ve ne olmadığı konusunda yeterince bilgi vericiydi; yalnız izleyicinin resimle olan ilişkisini gözden geçirmesi değil, aynı zamanda İstanbul'un distopyası içindeki düşünce odaklarının fark etmesi açısından önemliydi.
Ayın sonunda Borusan Sanat Galerisi'nde açılan 'Fluksus' sergisi ve etkinlikleri ise 1960'larda soyut resim egemenliğinin doruk noktaya çıktığı dönemde yeni bir öncü sanatçı grubunun, köktenci değişimler istemesinin ve bunu başarmasının örneği olarak önem taşıyor; Fluksus 1980'lerde canlandı ve günümüzde yenilenerek sürüyor. Koleksiyonun sahibi Inge Baecker, Köln'deki galerisinde Türkiye'den sanatçıları tanıtma programını sürdürüyor.
BM Çağdaş Sanat Merkezi'nde Goethe Institut işbirliğiyle açılan sergideki Düsseldorf'lu sanatçı Julia Lohmann'ın Türkiye'de ürettiği, mavi beyaz porselen/seramik boncuklu Abakus'un, Almanya'daki, sanatçının ticari bir kimlik taşımasını öngören yeni sanat politikasını
eleştiren bir boyut taşıması ve bunu İstanbul'da gündeme getirmesi de önemli.
6. İstanbul Bienali'nin ilk basın toplantısı da, ayın ortasında yapıldı. Küratör Paolo Colombo 'Tutku ve Dalga' kulağa çok hoş gelen şiirsel bir başlık bulmuş. Rene Block 'semi oryantalist', Roza Martinez 'turistik' başlık bulmuştu, Colombo ise 'romantik' başlık... Demek ki, distopya ve heteretopya alanı, binbir sorunlu, karmaşık İstanbul, dışarıdan gelenlere, Aslı Erdoğan'ın 'Kırmızı Pelerinli Kent'te "Oysa doğup büyüdüğü kent, ametistlerle işlenmiş, antika bir gümüş bilezik gibiydi; durgun, zarif, mağrur, sır vermez, buğulu..." dediği gibi, gerçek yüzünü göstermiyor. Bienal mekânları kaçınılmaz olarak tarihi, bir de 'sürpriz mekân'dan söz ediliyor: Şehir Hatları Vapurları... Eğer sanatta bir 'ilk' söz konusuysa, 1992'de Düsseldorf'lu sanatçı Ernst Hesse, Marmara Üniversitesi öğrencileri ile Şehir Hatları Vapurları'nda on beş gün süren oldukça tartışmalı bir sergi yapmıştı. Bu kentin çağdaş sanat belleğine tutkuyla yaklaşmak gerekli...



|

0 yorum:

Yorum Gönder

Telif Hakkı

Creative Commons License
Elektronik Musiki by is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 3.0 Unported License.
Based on a work at elektronikmusiki.blogspot.com.
Permissions beyond the scope of this license may be available at http://elektronikmusiki.blogspot.com/.